Dede Korkut Kitabı‟nın Türk kültür tarihi bakımından en kıymetli taraflarından biri de, alp tipinin nasıl yetiştirildiğini gösteren sahnelerin bulunmasıdır. “Kuvvetli insan”a dayanan Türk toplumunda erkek çocuğa büyük bir değer verilir. Dede Korkut Kitabı‟nda daha ilk sayfalardan itibaren babanın yerini tutacak olan “oğul”a önem verildiğini görürüz. Dede Korkut hikâyelerinde çocuğa verilen eğitimin büyük bir yeri vardır ve eserin mukaddime kısmında da buna dikkat çekilir. “Kız anadan görmeyince öğüt almaz, oğul atadan görmeyince sofra çekmez. Oğul atanın yetiridür, iki gözinün biridür. Devletlü oğul kopsa ocağınun közidür… Ata adını yorıtmayan hoyrad oğul ata bilinden ininçe inmese yiğ, ana rahmine düşince toğmasa yiğ. Ata adın yorıdanda devletlü oğul yiğ.” denilerek, erkek çocuğun üstlenmesi gereken görevi yerine getirememesi durumunda, onun değerinin toplum için bir şey ifade etmeyeceği açıklanır. Dünyayı bir çok kez hükmetmiş Türklerin tarihsel süreçlerinde çocuğa, özellikle de savaşçılık niteliğine sahip olan erkek çocuğa, her zaman önemli olmuştur. Burada diğer toplumların aksine, Türklerde kız çocuklar bir kenara atılmaz, Türkler kadınıyla ve erkeğiyle omuz omuzaydı. Bu yüzden Türklerde kadınlar, tıpkı erkekler gibi, ata binmek, kılıç kuşanmak, ok atmak, düşmana akın etmek, yani maddi kuvvet tezahürleri taşımalıydı. Dünyadaki ilk kadın hükümdar Tomris Hatunda Türklerden çıkmış ve yunanlıların tek göğüslü veya göğüssüz manasına gelen amazon dediği savaşçılarda Türk kadın savaşçılardır. Kısaca Türklerde, kadının da alp tipine uygun olması yani kahraman, korkusuz ve çevik olması gerekirdi . Bu durumun, eserdeki Bamsı Beyrek ve Kan Turalı hikâyelerinde yoğun olarak işlendiğini görürüz:
Bamsı Beyrek, Banı Çiçek‟in evine tesadüfen gelir. Daha önce görmedikleri için birbirlerini tanıyamazlar. Banı Çiçek, karşısındaki kişinin gerçekten beşik kertmesi olup olmadığını öğrenmek için Beyrek‟e bir teklifte bulunur: “Gel imdi senün ile ava çıkalum, eger senün atun menüm atumı kiçer ise onun atını dahi kiçersin. Hem senün ile oh atalum, meni kiçer isen, anı dahı, kiçersin ve hem senün ile güreşelüm, meni basar isen anı dahı basarsın.” der ve Beyrek de bu teklifi kabul eder. Ardından Banı Çiçek ve Beyrek, birbirlerini yenmek için mücadeleye tutuşurlar, ok atarlar, güreşirler. Sonunda Beyrek, Banı Çiçek‟i yener. Banı Çiçek de kendisini tanıtır ve bu olaydan sonra nişanlanırlar. Burada görülüyor ki kahraman, kız veya erkek olsun evleneceği kişiyi cesaretine, yiğitliğine ve savaşçı özeliklerine göre seçmektedir. Kanlı Koca Oğlu Kan Turalı hikâyesinde de Kan Turalı, istediği kızın özelliklerini babasına şu şekilde ifade eder: “Baba çün meni ivereyim dirsin, mana layık kız niçe olur? Baba men yirümden turmadın ol turmış ola, men kara koç atuma binmedin ol binmiş ola, men kanlu kâfir iline varmadın ol varmış bana baş getürmiş ola.” Buradan da anlaşılacağı üzere Türklerde, erkekler kadar kadınların da yiğit ve korkusuz olmaları beklenmekte ve yiğit bir erkek ancak kendisi gibi cesur ve yiğit bir kızla evlenmeyi tercih etmektedir.

Dede Korkut kitabında da çocuk sahibi olmak çok önemlidir. Ancak bir çocuğa sahip olmak yeterli değildir. Bu çocuğun, aynı zamanda savaşçı ve kahraman olması beklenir. Dede Korkut hikâyelerindeki “Ol zamanda bir oğlan baş kesmese, kan dökmese ad komazlar idi.” şeklindeki ifadeden de anlaşılacağı üzere erkek çocuklar herhangi bir nedenle kahramanlık göstermezse ad konulmazdı. Ayrıca Beylerin oğlu olan şahıslar kahramanlık göstermeden beylik de verilmemektedir. Bazen zararlı ve vahşi bir hayvanı öldürmek de beylik almak için yeterli olmaktadır. Örneğin iskit - saka Türk devletinin yenilmez başbuğu Alp Er Tunga, Tunga ismini, öldürülmesi çok zor olan ve onun derisinin ok veya ateş geçirmediği bilinen Tonga isimli bir kaplanı öldürmesinden almıştır.
Bu nedenle çocuklar, kuvvetli ve cesur olacak şekilde yetiştirilirdi. Çocuklar, daha küçük yaşta ata binmek, kılıç kullanmak, at üstünde ok atmak gibi yiğitlik ve savaşçılık konusunda büyük bir eğitime tâbi tutulurdu. Çocuk, bir kahramanlık gösterdiği zaman da Dede Korkut gelerek, ona ad verirdi. Dirse Han‟ın oğlu, Bayındır Han‟ın yılda iki kere beyleri toplayarak yapmış olduğu büyük toyda, boğa ile güreştirileceği esnada arkadaşlarıyla beraber aşık oynarken birdenbire üzerine hücum eden boğayı öldürür ve hususi bir merasimle Boğaç adını alır. Yine Bamsı Beyrek hikâyesinde de, çocuk kahramanlık gösterdiği için Dede Korkut gelip ona ad koyar ve Bamsı Beyrek adını verir. Buradan da anlaşılacağı üzere, Türkler için bir erkeğin kahramanlık göstermesi çok önemlidir. Çünkü Dede Korkut Kitabında, erkeklerin hiçbir şeyden korkmamaları ve alp tipinde olmaları istenir. Bu durum Türklerin hükümdarlık hayatının getirmiş olduğu bir özelliktir. Kaşgarlı Mahmut, Türk dilleri Sözlüğü Eserinde "Tanrı, devlet burçlarını Türklerden yarattı" diyerek açıklamış, Bilge Kağan da yazıtlarında "Düşman çevremizde ocak gibiydi, bizde içinde ateş idik. Öylece otururduk" diyerek düşmanın çokluğuna rağmen Türklerin korkusuzluğuna ve kahramanlığına dikkat çekmiştir.
Dede Korkut Kitabında soyut ve teorik olarak, bir genç alpta olması gereken özellikler, atasözleri ve kalıp ifadeler şeklinde sıralanmıştır. Buna göre alp; "tekebbürlük eylememeli, gönlünü yüce tutmamalı, kara polat öz kılıcını çalmalı, malına kıymalıdır. Ama oğul, sofra çekmeyi atadan görmelidir. Oğul da ata adını yorutmalıdır. Kazılık ata er binmeli, çalup keser öz kılıcı er çalmalıdır. Erin evine konuğu gelmeli, er yalan bilmemelidir" Burada iki tür özellik dikkati çeker. Birisi tevazu, dürüstlük, cömertlik, konukseverlik gibi karaktere dayanan özelliklerdir ki bunlar, "erdem" sözüyle ifade edilmektedir. Diğeri ise düşmanın başını kesip, kazılık ata binme, çalup keser öz kılıcı kullanma gibi fizikî özelliklerdir. Bunlar da "yetenek / hüner" kavramı altında toplanmaktadır. Birbirinden ayrılmaz biçimde karşımıza çıkan bu özellikler, Türk alpinin "yetenekli" ve "erdemli" olması gerektiği sonucunu ortaya koymaktadır. Dede Korkut Hikâyelerindeki mücadelelerde ilk hücum eden genellikle Türkler değil, karşı taraftır. Türkleri harekete geçiren sebep, Türklerin iyi niyetini kötüye kullanan düşmanların yaptığı alçakça saldırılar sonucunda, Türklerin intikam alma arzusu olmuştur. Türkler öfkeyle saldırdığında, Türklerin iyi niyetini kötüye kullanan alçak ve ikiyüzlü düşmanlarına koyun sürüne saldıran kurtlar gibi saldırdığı ve durdurulamaz olduğu görülmektedir. Çinli komutan Ho-Tsun'da çin prensine yazdığı mektupta "Kafesinden kaçmış birer kartal gibi, hiç yorulmamış korkusuz gök börüler gibi, amansız bir Sayan dağı fırtınası gibi geldiler üstümüze prensim. Son askeriniz de orada can verdiğinde ve son bayrak da toprağa düştüğünde, onlar hiç arkalarına bakmadan ve sanki hiç savaşmamış gibi sürdüler atlarını bozkıra. Prensim soruyorsunuz nasıl durdurabiliriz diye? Türkler durdurulamazlar." diyerek yaşadıklarını anlatmıştır.
Otağlarını çakalların yolu üzerine kuran ve Sürekli mücadele halinde olan Türklerde, ata binmek, ok atmak, yay kullanmak mutlaka olması gereken bir meziyettir. Avlanmak bu meziyeti kazanmak için başta gelen bir vasıtadır. Bundan dolayı, av, gençleri terbiye bakımından çok önemlidir. Oğul ancak belli bir yaştan sonra ve babasının müsaadesi ile ava çıkabilir. Alplik yaşamında, aile dışındaki kişiler de etkilidir. Türk çocuğunun yetiştirilmesinde, yanında yer alan yiğitler de âdeta bir savaş eğitmeni konumundadır. Beylerin yanında genellikle üç yüz yiğidi, bey oğlu durumundakilerin ise kırk yiğidi bulunur. Dirse Han oğlu Boğaç Han hikâyesinde Dirse Han'ın kırk yiğidi, Boğaç Han'ın hep yanındadır.
Türk çocukları, ata binmede, ok atmada, kılıç ve yay kullanmadaki hünerlerini vahşi hayvanları avlamada göstererek düşmanla yapacağı savaş öncesinde adetâ bir tür hazırlık yaparlar. Bu avlar, kişinin özellikle düşmanla mücadele öncesinde kendi yeteneklerini gösterebildiği imkânlardır. Zaten Dede Korkut Kitabında, avcılık bir geçim kaynağı olmanın yanında, özel törenlere bağlı bir eğlence ve terbiye amaçlı olarak da yapılmaktadır. Dede Korkut'ta "hayvanla mücadele" vasıtasıyla alp olmanın anlatıldığı iki hikâye vardır. Bunlar Kan Turalı ve Boğaç Han hikâyeleridir. Kan Turalı, yiğitlikte babasının kendisine lâyık bulduğu Selcen Hatun'u alabilmek için, kızın babası tarafından, şart koşulan üç canavar öldürmesi gibi veya hayvanların en azgınlarıyla güreşip onları yenmesi, Türklerin tabiatla yaptığı mücadelenin estetik ve sembolik bir ürünü gibidir.

Dirse Han oğlu Boğaç Han hikâyesinde de, Boğaç'ın, Bayındır Han'ın beslediği iki vahşi hayvandan biri olan boğayı öldürmesi de benzer bir durumdur. Çocukluktan gençliğe ve oradan da alp hayatına girişin birinci aşamasını teşkil eden bu ava çıkma durumu aynı zamanda özel bir merasime tâbidir. “Dirse Hanun hatunı oğlançuğumun ilk avıdur diyü atdan aygır, deveden buğra, koyundan koç kırdurdı, kanlu Oğuz biglerin toylayayım didi.” diyerek ilk av için ziyafet verilir. Bugünde alp hayatına geçisin birinci aşaması olan askere gidişte de, asker uğurlaması ve eğlencesi yapılarak bu gelenek devam etmiştir.
Dede Korkut Kitabı'nda doğumları anlatılan veya dolaylı olarak belirtilen kahramanların hayatları hakkında, yiğitlik gösterecek yaşa gelinceye kadar hiçbir bilgi bulamayız. Ancak kahramanlar on beş yaşına geldiklerinde, devreye alplık göstermeleriyle ilgili olaylar girer. Çünkü Bu, gencin Türklük şuuru kazanması, alp olması demektir. Bu yüzden, ne diğer destanlarda, ne de Dede Korkut boylarında kahramanların doğumlarından ergenliğe kadar olan dönemleri ayrıntılı olarak anlatılmaz. Türklerde, çocuğun ancak 15-16 yaşlarına gelince tam anlamıyla yetiştiğine, düşmanla artık mücadele edebileceğine inanılırdı ve babasının izniyle de çocuk, ava çıkabilir ve avlanabilirdi. Örneğin; Dirse Han oğlu Boğaç Han hikâyesinde oğlan, 15 yaşına gelince Dirse Han, Bayındır Han‟ın ordusuna karışır. Kam Büre oğlu Bamsı Beyrek hikâyesinde, Kam Büre‟nin oğlunun 15 yaşına gelince artık delikanlı olduğu ve ata binip ava çıkabileceği söylenir. Kazan Bey‟in oğlu Uruz‟un hikâyesinde de; Kazan, 16 yaşına geldiği hâlde henüz oğlunun kahramanlık göstermediğini hatırlatarak kendisi ölünce tahtını, tacını sonra ona vermeyeceklerinden edişe duyduğunu söyler. Uşun Koca oğlu Segrek Hikâyesinde de, 15 yaşına gelince kardeşinin esir düştüğünü öğrenen Segrek, esir kardeşi Egrek'i kurtarmaya gider. Bekir Sami Özsoy, bu yaşın tesadüfî olmadığını, bu yaşın, hikâyelerin tertiplendiği bölgede akıl baliğ olma (çocukluktan gençliğe geçme) idrak ve algının, benlik duygularının doruğa ulaştığı yaş olduğunu belirtir ve kanaatimizce bu rakamların arkasında göksel bir takım anlam ve sembollerin de olduğu söylenebilir.
Alpların en belirgin özelliklerinden biri de aile fertlerine bağlılıklarıdır. Bu itibarla alplar; anne, baba ve kardeşleri için her türlü fedakârlığı göze alabilecek durumdadırlar. Bu tarzda macerası anlatılan dört kahraman vardır: Buğaç, Yigenek, Emren ve Uruz. Dirse Han oğlu Boğaç Han Hikâyesinde, Boğaç, beylik alıp tahta çıkınca babasının kırk yiğidini anmaz olur. O kırk namert yiğit, babasına oğlunu kötüleyen dedikodular getirerek onu, oğlunu öldürmek için teşvike başlarlar. Sonuçta Boğaç, babası tarafından av sırasında yaralanır. Fakat Boğaç, babasını kırk namerdin elinden kurtararak babasına bağlılığını gösterir. Kazılık Koca oğlu Yigenek Hikâyesinde, Yigenek, on beş yaşına girip yiğit olduktan sonra bir sohbet esnasında babasının tutsak olduğunu öğrenir ve onu kurtarmak ister. Dayısı Emen'in altı kere varıp da alamadığı, yirmi dört Oğuz beyinin şehit olduğu Düzmürd Kalesi‟nin beyi Direk Tekür'ü yener ve babasını kurtarır. Begil oğlu Emren Hikâyesinde de, Emren, babası attan düşüp ayağı kırılınca babasının atını, elbisesini, kılıcını, okunu ve adamlarını da alarak kendilerine saldıran düşmanı yener ve babasının yokluğunu aratmaz. Salur Kazan'ın tutsak olup oğlu Uruz'un kurtardığı hikâyede de, Uruz, babasının tutsak olduğunu öğrenince yanına yiğitlerini de alarak babasını kurtarmaya gider. Ancak Uruz, başlangıçta babasıyla bilmeden savaşsa ve onu yaralasa da Kazan daha sonra kendisini tanıtır ve hep birlikte düşmanı yenerler. Bu hikâyelerin dışında, Kan Turalı‟nın eşi Selcen Hatun ve Segrek'in tutsak olan kardeşi Egrek için yaptığı mücadeleler de kahramanların aile fertleri için yapması gereken durumlardır. Bu hikâyelerde görülüyor ki, zor durumda olan babayı, eşi, kardeşi kurtarma, kahramanların savaşçıların alplık kazanmalarında önemli basamaklardır.
Sonuç olarak, Dede Korkut Hikâyelerinde sürekli mücadele içinde olan kadim Türk yaşamının, tabiata ve düşmanlara karşı güçlü olması gerektiğinden çocukların alp tipine uygun olması yani kahraman, korkusuz, çevik, yiğit ve erdemli olması istenilir, sadece erkek çocukların değil, kızların da korkusuz, yiğit ve kahraman olmaları yani alp tipine uygun olmaları istenilirdi. Çocuklar daha küçük yaşta ata binmek, kılıç kullanmak, ok atmak gibi yiğitlik ve savaşçılık konusunda bir eğitime tâbi tutulurdu. Bu yeteneklerini de belli bir yaşa gelince avcılık vasıtasıyla gösterirler, ilk kahramanlıkları neticesinde de ad alırlardı. Çocuklar, hünerlerini gösterdikleri bu avlar sayesinde âdeta savaşa hazırlık yaparak, düşmanla mücadele öncesi tecrübe kazanırlardı. Böylece çocuğun artık savaş eğitiminin tamamlandığına ve düşmanla tek başına mücadele edebilecek donanıma ve tecrübeye sahip olduğuna inanılırdı. Türk çocuklarına verilen eğitiminde aile, toplum ve karşılaşılan güçlükler her zaman için örnek ve ders niteliğinde olmuştur.
Çünkü Türkler herkesi kendisi gibi görüp düşmanlara fırsat verdiğinden, Düşmanında bu fırsatları kendisine yakışır şekilde yaptığı ihanetler ve nankörlüklerle cevap vererek, Türk çocuklarına büyük bir öğretici olmuştur. Zira Türkler, düşmana verilen bu fırsatların boşa kürek çekmek olduğunu, katranı ne kadar kaynatsan da şeker olmayacağını anladığında uyanır ve kendine gelir. Hele ki geçmiş dönüşlerindeki eksik yapılmış işleri görürse, ya da gösterilmişse dönüş muhteşem olur. Kısaca tek çözüm bireysel silahlanma ve tarihi düşmanları öğretmek. Gerisini Türk’e bırakmak gerek.
Bamsı Beyrek, Banı Çiçek‟in evine tesadüfen gelir. Daha önce görmedikleri için birbirlerini tanıyamazlar. Banı Çiçek, karşısındaki kişinin gerçekten beşik kertmesi olup olmadığını öğrenmek için Beyrek‟e bir teklifte bulunur: “Gel imdi senün ile ava çıkalum, eger senün atun menüm atumı kiçer ise onun atını dahi kiçersin. Hem senün ile oh atalum, meni kiçer isen, anı dahı, kiçersin ve hem senün ile güreşelüm, meni basar isen anı dahı basarsın.” der ve Beyrek de bu teklifi kabul eder. Ardından Banı Çiçek ve Beyrek, birbirlerini yenmek için mücadeleye tutuşurlar, ok atarlar, güreşirler. Sonunda Beyrek, Banı Çiçek‟i yener. Banı Çiçek de kendisini tanıtır ve bu olaydan sonra nişanlanırlar. Burada görülüyor ki kahraman, kız veya erkek olsun evleneceği kişiyi cesaretine, yiğitliğine ve savaşçı özeliklerine göre seçmektedir. Kanlı Koca Oğlu Kan Turalı hikâyesinde de Kan Turalı, istediği kızın özelliklerini babasına şu şekilde ifade eder: “Baba çün meni ivereyim dirsin, mana layık kız niçe olur? Baba men yirümden turmadın ol turmış ola, men kara koç atuma binmedin ol binmiş ola, men kanlu kâfir iline varmadın ol varmış bana baş getürmiş ola.” Buradan da anlaşılacağı üzere Türklerde, erkekler kadar kadınların da yiğit ve korkusuz olmaları beklenmekte ve yiğit bir erkek ancak kendisi gibi cesur ve yiğit bir kızla evlenmeyi tercih etmektedir.

Dede Korkut kitabında da çocuk sahibi olmak çok önemlidir. Ancak bir çocuğa sahip olmak yeterli değildir. Bu çocuğun, aynı zamanda savaşçı ve kahraman olması beklenir. Dede Korkut hikâyelerindeki “Ol zamanda bir oğlan baş kesmese, kan dökmese ad komazlar idi.” şeklindeki ifadeden de anlaşılacağı üzere erkek çocuklar herhangi bir nedenle kahramanlık göstermezse ad konulmazdı. Ayrıca Beylerin oğlu olan şahıslar kahramanlık göstermeden beylik de verilmemektedir. Bazen zararlı ve vahşi bir hayvanı öldürmek de beylik almak için yeterli olmaktadır. Örneğin iskit - saka Türk devletinin yenilmez başbuğu Alp Er Tunga, Tunga ismini, öldürülmesi çok zor olan ve onun derisinin ok veya ateş geçirmediği bilinen Tonga isimli bir kaplanı öldürmesinden almıştır.
Bu nedenle çocuklar, kuvvetli ve cesur olacak şekilde yetiştirilirdi. Çocuklar, daha küçük yaşta ata binmek, kılıç kullanmak, at üstünde ok atmak gibi yiğitlik ve savaşçılık konusunda büyük bir eğitime tâbi tutulurdu. Çocuk, bir kahramanlık gösterdiği zaman da Dede Korkut gelerek, ona ad verirdi. Dirse Han‟ın oğlu, Bayındır Han‟ın yılda iki kere beyleri toplayarak yapmış olduğu büyük toyda, boğa ile güreştirileceği esnada arkadaşlarıyla beraber aşık oynarken birdenbire üzerine hücum eden boğayı öldürür ve hususi bir merasimle Boğaç adını alır. Yine Bamsı Beyrek hikâyesinde de, çocuk kahramanlık gösterdiği için Dede Korkut gelip ona ad koyar ve Bamsı Beyrek adını verir. Buradan da anlaşılacağı üzere, Türkler için bir erkeğin kahramanlık göstermesi çok önemlidir. Çünkü Dede Korkut Kitabında, erkeklerin hiçbir şeyden korkmamaları ve alp tipinde olmaları istenir. Bu durum Türklerin hükümdarlık hayatının getirmiş olduğu bir özelliktir. Kaşgarlı Mahmut, Türk dilleri Sözlüğü Eserinde "Tanrı, devlet burçlarını Türklerden yarattı" diyerek açıklamış, Bilge Kağan da yazıtlarında "Düşman çevremizde ocak gibiydi, bizde içinde ateş idik. Öylece otururduk" diyerek düşmanın çokluğuna rağmen Türklerin korkusuzluğuna ve kahramanlığına dikkat çekmiştir.
Dede Korkut Kitabında soyut ve teorik olarak, bir genç alpta olması gereken özellikler, atasözleri ve kalıp ifadeler şeklinde sıralanmıştır. Buna göre alp; "tekebbürlük eylememeli, gönlünü yüce tutmamalı, kara polat öz kılıcını çalmalı, malına kıymalıdır. Ama oğul, sofra çekmeyi atadan görmelidir. Oğul da ata adını yorutmalıdır. Kazılık ata er binmeli, çalup keser öz kılıcı er çalmalıdır. Erin evine konuğu gelmeli, er yalan bilmemelidir" Burada iki tür özellik dikkati çeker. Birisi tevazu, dürüstlük, cömertlik, konukseverlik gibi karaktere dayanan özelliklerdir ki bunlar, "erdem" sözüyle ifade edilmektedir. Diğeri ise düşmanın başını kesip, kazılık ata binme, çalup keser öz kılıcı kullanma gibi fizikî özelliklerdir. Bunlar da "yetenek / hüner" kavramı altında toplanmaktadır. Birbirinden ayrılmaz biçimde karşımıza çıkan bu özellikler, Türk alpinin "yetenekli" ve "erdemli" olması gerektiği sonucunu ortaya koymaktadır. Dede Korkut Hikâyelerindeki mücadelelerde ilk hücum eden genellikle Türkler değil, karşı taraftır. Türkleri harekete geçiren sebep, Türklerin iyi niyetini kötüye kullanan düşmanların yaptığı alçakça saldırılar sonucunda, Türklerin intikam alma arzusu olmuştur. Türkler öfkeyle saldırdığında, Türklerin iyi niyetini kötüye kullanan alçak ve ikiyüzlü düşmanlarına koyun sürüne saldıran kurtlar gibi saldırdığı ve durdurulamaz olduğu görülmektedir. Çinli komutan Ho-Tsun'da çin prensine yazdığı mektupta "Kafesinden kaçmış birer kartal gibi, hiç yorulmamış korkusuz gök börüler gibi, amansız bir Sayan dağı fırtınası gibi geldiler üstümüze prensim. Son askeriniz de orada can verdiğinde ve son bayrak da toprağa düştüğünde, onlar hiç arkalarına bakmadan ve sanki hiç savaşmamış gibi sürdüler atlarını bozkıra. Prensim soruyorsunuz nasıl durdurabiliriz diye? Türkler durdurulamazlar." diyerek yaşadıklarını anlatmıştır.
Otağlarını çakalların yolu üzerine kuran ve Sürekli mücadele halinde olan Türklerde, ata binmek, ok atmak, yay kullanmak mutlaka olması gereken bir meziyettir. Avlanmak bu meziyeti kazanmak için başta gelen bir vasıtadır. Bundan dolayı, av, gençleri terbiye bakımından çok önemlidir. Oğul ancak belli bir yaştan sonra ve babasının müsaadesi ile ava çıkabilir. Alplik yaşamında, aile dışındaki kişiler de etkilidir. Türk çocuğunun yetiştirilmesinde, yanında yer alan yiğitler de âdeta bir savaş eğitmeni konumundadır. Beylerin yanında genellikle üç yüz yiğidi, bey oğlu durumundakilerin ise kırk yiğidi bulunur. Dirse Han oğlu Boğaç Han hikâyesinde Dirse Han'ın kırk yiğidi, Boğaç Han'ın hep yanındadır.
Türk çocukları, ata binmede, ok atmada, kılıç ve yay kullanmadaki hünerlerini vahşi hayvanları avlamada göstererek düşmanla yapacağı savaş öncesinde adetâ bir tür hazırlık yaparlar. Bu avlar, kişinin özellikle düşmanla mücadele öncesinde kendi yeteneklerini gösterebildiği imkânlardır. Zaten Dede Korkut Kitabında, avcılık bir geçim kaynağı olmanın yanında, özel törenlere bağlı bir eğlence ve terbiye amaçlı olarak da yapılmaktadır. Dede Korkut'ta "hayvanla mücadele" vasıtasıyla alp olmanın anlatıldığı iki hikâye vardır. Bunlar Kan Turalı ve Boğaç Han hikâyeleridir. Kan Turalı, yiğitlikte babasının kendisine lâyık bulduğu Selcen Hatun'u alabilmek için, kızın babası tarafından, şart koşulan üç canavar öldürmesi gibi veya hayvanların en azgınlarıyla güreşip onları yenmesi, Türklerin tabiatla yaptığı mücadelenin estetik ve sembolik bir ürünü gibidir.

Dirse Han oğlu Boğaç Han hikâyesinde de, Boğaç'ın, Bayındır Han'ın beslediği iki vahşi hayvandan biri olan boğayı öldürmesi de benzer bir durumdur. Çocukluktan gençliğe ve oradan da alp hayatına girişin birinci aşamasını teşkil eden bu ava çıkma durumu aynı zamanda özel bir merasime tâbidir. “Dirse Hanun hatunı oğlançuğumun ilk avıdur diyü atdan aygır, deveden buğra, koyundan koç kırdurdı, kanlu Oğuz biglerin toylayayım didi.” diyerek ilk av için ziyafet verilir. Bugünde alp hayatına geçisin birinci aşaması olan askere gidişte de, asker uğurlaması ve eğlencesi yapılarak bu gelenek devam etmiştir.
Dede Korkut Kitabı'nda doğumları anlatılan veya dolaylı olarak belirtilen kahramanların hayatları hakkında, yiğitlik gösterecek yaşa gelinceye kadar hiçbir bilgi bulamayız. Ancak kahramanlar on beş yaşına geldiklerinde, devreye alplık göstermeleriyle ilgili olaylar girer. Çünkü Bu, gencin Türklük şuuru kazanması, alp olması demektir. Bu yüzden, ne diğer destanlarda, ne de Dede Korkut boylarında kahramanların doğumlarından ergenliğe kadar olan dönemleri ayrıntılı olarak anlatılmaz. Türklerde, çocuğun ancak 15-16 yaşlarına gelince tam anlamıyla yetiştiğine, düşmanla artık mücadele edebileceğine inanılırdı ve babasının izniyle de çocuk, ava çıkabilir ve avlanabilirdi. Örneğin; Dirse Han oğlu Boğaç Han hikâyesinde oğlan, 15 yaşına gelince Dirse Han, Bayındır Han‟ın ordusuna karışır. Kam Büre oğlu Bamsı Beyrek hikâyesinde, Kam Büre‟nin oğlunun 15 yaşına gelince artık delikanlı olduğu ve ata binip ava çıkabileceği söylenir. Kazan Bey‟in oğlu Uruz‟un hikâyesinde de; Kazan, 16 yaşına geldiği hâlde henüz oğlunun kahramanlık göstermediğini hatırlatarak kendisi ölünce tahtını, tacını sonra ona vermeyeceklerinden edişe duyduğunu söyler. Uşun Koca oğlu Segrek Hikâyesinde de, 15 yaşına gelince kardeşinin esir düştüğünü öğrenen Segrek, esir kardeşi Egrek'i kurtarmaya gider. Bekir Sami Özsoy, bu yaşın tesadüfî olmadığını, bu yaşın, hikâyelerin tertiplendiği bölgede akıl baliğ olma (çocukluktan gençliğe geçme) idrak ve algının, benlik duygularının doruğa ulaştığı yaş olduğunu belirtir ve kanaatimizce bu rakamların arkasında göksel bir takım anlam ve sembollerin de olduğu söylenebilir.
Alpların en belirgin özelliklerinden biri de aile fertlerine bağlılıklarıdır. Bu itibarla alplar; anne, baba ve kardeşleri için her türlü fedakârlığı göze alabilecek durumdadırlar. Bu tarzda macerası anlatılan dört kahraman vardır: Buğaç, Yigenek, Emren ve Uruz. Dirse Han oğlu Boğaç Han Hikâyesinde, Boğaç, beylik alıp tahta çıkınca babasının kırk yiğidini anmaz olur. O kırk namert yiğit, babasına oğlunu kötüleyen dedikodular getirerek onu, oğlunu öldürmek için teşvike başlarlar. Sonuçta Boğaç, babası tarafından av sırasında yaralanır. Fakat Boğaç, babasını kırk namerdin elinden kurtararak babasına bağlılığını gösterir. Kazılık Koca oğlu Yigenek Hikâyesinde, Yigenek, on beş yaşına girip yiğit olduktan sonra bir sohbet esnasında babasının tutsak olduğunu öğrenir ve onu kurtarmak ister. Dayısı Emen'in altı kere varıp da alamadığı, yirmi dört Oğuz beyinin şehit olduğu Düzmürd Kalesi‟nin beyi Direk Tekür'ü yener ve babasını kurtarır. Begil oğlu Emren Hikâyesinde de, Emren, babası attan düşüp ayağı kırılınca babasının atını, elbisesini, kılıcını, okunu ve adamlarını da alarak kendilerine saldıran düşmanı yener ve babasının yokluğunu aratmaz. Salur Kazan'ın tutsak olup oğlu Uruz'un kurtardığı hikâyede de, Uruz, babasının tutsak olduğunu öğrenince yanına yiğitlerini de alarak babasını kurtarmaya gider. Ancak Uruz, başlangıçta babasıyla bilmeden savaşsa ve onu yaralasa da Kazan daha sonra kendisini tanıtır ve hep birlikte düşmanı yenerler. Bu hikâyelerin dışında, Kan Turalı‟nın eşi Selcen Hatun ve Segrek'in tutsak olan kardeşi Egrek için yaptığı mücadeleler de kahramanların aile fertleri için yapması gereken durumlardır. Bu hikâyelerde görülüyor ki, zor durumda olan babayı, eşi, kardeşi kurtarma, kahramanların savaşçıların alplık kazanmalarında önemli basamaklardır.
Sonuç olarak, Dede Korkut Hikâyelerinde sürekli mücadele içinde olan kadim Türk yaşamının, tabiata ve düşmanlara karşı güçlü olması gerektiğinden çocukların alp tipine uygun olması yani kahraman, korkusuz, çevik, yiğit ve erdemli olması istenilir, sadece erkek çocukların değil, kızların da korkusuz, yiğit ve kahraman olmaları yani alp tipine uygun olmaları istenilirdi. Çocuklar daha küçük yaşta ata binmek, kılıç kullanmak, ok atmak gibi yiğitlik ve savaşçılık konusunda bir eğitime tâbi tutulurdu. Bu yeteneklerini de belli bir yaşa gelince avcılık vasıtasıyla gösterirler, ilk kahramanlıkları neticesinde de ad alırlardı. Çocuklar, hünerlerini gösterdikleri bu avlar sayesinde âdeta savaşa hazırlık yaparak, düşmanla mücadele öncesi tecrübe kazanırlardı. Böylece çocuğun artık savaş eğitiminin tamamlandığına ve düşmanla tek başına mücadele edebilecek donanıma ve tecrübeye sahip olduğuna inanılırdı. Türk çocuklarına verilen eğitiminde aile, toplum ve karşılaşılan güçlükler her zaman için örnek ve ders niteliğinde olmuştur.
Çünkü Türkler herkesi kendisi gibi görüp düşmanlara fırsat verdiğinden, Düşmanında bu fırsatları kendisine yakışır şekilde yaptığı ihanetler ve nankörlüklerle cevap vererek, Türk çocuklarına büyük bir öğretici olmuştur. Zira Türkler, düşmana verilen bu fırsatların boşa kürek çekmek olduğunu, katranı ne kadar kaynatsan da şeker olmayacağını anladığında uyanır ve kendine gelir. Hele ki geçmiş dönüşlerindeki eksik yapılmış işleri görürse, ya da gösterilmişse dönüş muhteşem olur. Kısaca tek çözüm bireysel silahlanma ve tarihi düşmanları öğretmek. Gerisini Türk’e bırakmak gerek.
Dede Korkut Hikayelerinde Alp / Kahraman Eğitimi
Reviewed by ULU TÜRK HAN
on
Mart 09, 2016
Rating:

Hiç yorum yok: